VAKFET, YAŞAT, YAŞA

14 Eylül 2015

Vakıfları amaçlarına uygun şekilde yaşatmak, vakıf medeniyetini çağdaş bir anlayışla geleceğe taşımak gibi büyük bir sorumluluğu sırtlamış Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü Genel Müdür Dr. ADNAN ERTEM ile mercek altına aldık…





Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak faaliyetlerinizden söz eder misiniz?

Vakıflar Genel Müdürlüğü Osmanlı’dan günümüze kadar gele, ancak yöneticileri artık hayatta kalmamış tüm vakıfların gayrimenkulleri üzerinde değerlendirmelerde bulunuyor. Bu gayrimenkullerin yatırım yapılması gerekenlerini yatırıma dönüştürüyor, diğerlerini de vakfiye şartları doğrultusunda hayır hizmetlerini gerçekleştirmek üzere değerlendiriyor..Bunun yanı sıra günümüzde Cumhuriyetle birlikte Medeni Kanun uyarınca kurulan vakıfların da denetimini yapıyor. Aynı şekilde cemaat vakıflarının denetimini de yapıyor. Genel itibariyle, Genel Müdürlüğümüzün belli başlı vazifeler bunlardır. Denetim faaliyetleri bizim açımızdan önemli olsa da; Genel Müdürlüğümüzün asıl fonksiyonu Osmanlı Döneminde kurularak günümüze intikal eden ve yöneticisi bulunmayan vakıfların yöneticiliğini yapıp onlarla alakalı her türlü tasarrufu yerine getirmek. Bu ne anlama geliyor? Vakıflar Genel Müdürlüğünün yöneticilerinin ve çalışanlarının birinci yapması gereken iş mutlaka ve mutlaka taşınmazları vakfiye şartları doğrultusunda değerlendirmektir. Vakfeden hayırlı bir hizmet amacıyla, gayrimenkulleri bağışlıyor. Bu bağışlanan taşınmazların bir kısmı hayır amacını gerçekleştirmek, bir kısmı da hizmetin ilelebet yaşatılmasını sağlamak için sürekli bir gelir getirmek amacıyla tesis ediliyor. Başka bir deyişle; vakfı oluşturan taşınmazın bir kısmı, cami, mescit, medrese, kütüphane vb. hayır amaçlı oluyor. Vakıf kurucularının iradeleri doğrultusunda, bunları hayır amaçlarını yerine getirmek üzere değerlendirmek zorunluluğu var. İkincisi vakfeden bunları yaşatmak için de gelir getiren bir gayrimenkul bırakıyor. Bu sistem vakfın oluşması ve ilelebet yaşatılması için gerekli olan sistemdir. Biz bugün bu sistemi yaşatan, ayakta tutan kurumuz; yani eğer bir taşınmaz günümüzde arsa mahiyetine dönüşmüş imar almışsa, imarı doğrultusunda onu yaşatıyoruz. Eğer ki imarı konutsa ona göre, ticari ise ona göre bir yönlendirmeye yönelik bir kararımız mutlaka oluyor. Bir de geçmişten günümüze intikal eden tarihi yapılar var. Bunlar da yine gelir amaçlı vakfedilmiş. İstanbul’da Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı bunlara örnektir. Bu taşınmazları da mutlaka ve mutlaka gelir elde edilecek mahiyette restorasyon şartıyla uzun süreli kiraya veriyoruz. Buradan elde edilen gelirle de hayır şartlarımızı yerine getiriyoruz. Nedir hayır şartlarımız? Her vakfın mutlaka Allah rızasını kazanmaya yönelik bir şartı vardır. Zaten Osmanlı’da vakıf kurmak demek “ben nasıl bir iş yapayım da, Allah rızasını kazanayım” düşüncesinden yola çıkarak, hayır yapmaktır, karşılık beklemeden iyilik etmektir. Osmanlı’da toplumun her kesiminden insanların Allah rızasını kazanma düşüncesiyle gücünün yettiğince vakıf kurduğunu görmek mümkündür. Biz de Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak bugün vakıf akarlarından elde ettiğimiz gelirlerle vakfedenlerin iradelerini yerine getiriyoruz. Nasıl yapıyoruz? Burs veriyoruz, garip gurebaya’da yardım yapıyoruz, sağlık yardımı yapıyoruz, muhtaç maaşı veriyoruz. Ama bizim bilhassa son 12-13 yılda asıl yoğunlaştığımız alan vakıf kültür varlıklarının restorasyonudur. Yani Osmanlı’dan günümüze intikal eden tarihi yapılar eğer özel mülk değilse %70-80 oranında vakıflara aittir. Yani gördüğünüz tüm camiler, hanlar, hamamlar, medreseler Osmanlı’dan intikal etmişse bunlar mutlaka vakıftır ve ne yazık ki bu kıymetli eserlerimiz günümüze kadar ihmal edilmişti. Bu ihmalde çok çeşitli sebepler olabilir ama ben şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki madem günümüzde bu mahiyette bir restorasyon başarısı gösterilebiliyorsa, en azından buna yakın bir başarı da geçmişte gösterilmiş olmalıydı. Bu yapılmadıysa bir ihmal, bir sıkıntı, bir açık var demektir. Biz 2002’den bu güne 4 bin vakıf eserin restorasyonunu yaptık. İstanbul’a kimliğini veren ve siluetini oluşturan neredeyse tarihi tüm yapılar vakıftır. Burada biz orta ve büyük ölçekte yapıların hemen hemen hepsini restorasyona aldık. Sadece Eminönü’ndeki Yeni Camii ve Sultan Ahmet Camii bunun dışında kaldı. Yeni Camii’nin restorasyonunun da ihalesini önümüzdeki aylarda yapacağız. Geriye sadece Sultan Ahmet Camii kalıyor. Onunla ilgili de çalışmalarımız devam ediyor. Eskiden bu eserlerin projesi dahi çizilemiyordu. Sadece belirli bölümlerinde restorasyon yapılıyordu. Oysa biz yapılara bir bütün halinde giriyoruz, projelerini çiziyoruz ve restorasyonlarını gerçekleştiriyoruz. Bu da biraz ister istemez bizim elde ettiğimiz gelirin yarısını restorasyon işlemlerine ayırmamızı gerektiriyor. Belki bu zamanla yapılmış olsaydı, biz yarısını değil de daha az bir giderle bunun altından kalkacaktık. Ama gelirimizin yarısını restorasyon çalışmalarımıza harcıyoruz, harcamakta zorundayız çünkü bu yapıları kurtarmak, geleceğe intikal etmelerini sağlamak gerekiyor. Temel itibariyle yaptığımız işler bu çerçevededir. Son yıllarda yurt dışına yönelik olarak da faaliyet yapmaya başladık. Oradaki bakış açımız da şudur; biz mademki Osmanlı vakıflarını temsil ediyoruz o zaman onların sorumluluk alanları nerelerse bizimde orada görevimiz var demektir. Yani Osmanlı Döneminin hinterlandındaki sınırlarımız nereyse bizde oralara yönelik görevler yerine getirmeliyiz. Onun için 2008 yılında çıkarılan Vakıflar Kanununda ilk kez yurt dışına yönelik icraatlarla ilgili düzenlemeler yapıldı. Bizim sınırlarımız Osmanlı sınırları ama tabi ki Genel Müdürlüğümüzün çalışmalarına o bölgelere götürebilmek için mutlaka muhatap ülkelerin de rızasını alıyor, onlarla protokol ve işbirlikleri yapmak suretiyle çalışıyoruz . Bu nedenle öncelikle her zaman dostane ilişkilerde ileri olduğumuz ülkeler olan Bosna- Hersek, Kosova, Makedonya, Kıbrıs gibi ülkelerde bu çalışmaları başlattık. Tıpkı Türkiye’de yaptığımız gibi restorasyonlar ve yatırımlar yapmaya başladık. Ayrıca oralara gıda yardımı da yapıyoruz. Bununla birlikte çok yakında ilk hastamızı da Türkiye’de tedavi ettireceğiz. Yeterli geliri olmayan ve orada da tedavi imkanı bulunmayan hastaları buraya getirip tüm masraflarını biz karşılıyoruz. Burada tedavilerini yaptırıp onları sıhhatli bir şekilde gönderiyoruz. Bu şu anlama geliyor. Biz Türkiye’de Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak ne yapıyorsak, aynı felsefeyi yurt dışı için de yani Osmanlı vakıflarının kurulmuş olduğu diğer ülkeler için de düşünüyoruz ve gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bunun tek koşulu ilgili ülkenin rıza göstermesidir. Mesela Yunanistan’da bir restorasyon yapma noktasında yaptığımız çağrılar, talepler henüz olumlu karşılanmadı. O nedenle şuan için orada bir şey yapamıyoruz. Bulgaristan’da daha kısmi bir şekilde yapabiliyoruz. Ama diğer saydığımız ülkelerde çok rahatız. Bunun haricinde Irak Vakıf Bakanlığıyla görüştük. Eğitme ve teknik bilgilendirme konusunda bazı çalışmalarımız var. Filistin heyetiyle görüşmelerimiz oldu. Muhatap ülkeler, vakıf idareleri bizimle bu noktada çalışmak istiyorlarsa biz buna açığız ve açık olmanın da ötesinde bunu bir sorumluluk olarak da görüyoruz. Yurt dışına yönelik yaptığımız işlerden birisi de yükseköğrenim öğrencilerine verdiğimiz burslardır. Eğer o ülkelerden burada okuyan öğrenciler varsa onlara da burs sağlama imkanımız var.

Atatürk ve vakıflar ilişkisinden bahseder misiniz?


Osmanlı Dönemi’nde Şeriye ve Evkaf Vekaleti olarak teşkilatlanan bu kurum Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 3 Mart 1924’te Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak kuruldu. Daha önce diyanet işleriyle birlikte yürütülen teşkilat yapısı ayrılmış oldu. Başbakanlığa bağlı bir teşkilat olarak örgütlendi. Atatürk’ün Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kuruluşunda; vakıflara çok ehemmiyet verdiğine dair bir ifadesi vardır. Vakıfları memleketin önemli meselelerinden birisi olarak görmektedir. Bu bağlamda da Cumhuriyetin ilk yıllarında vakıflara yönelik çok teferruatlı çalışmalar yapılmıştır. Osmanlı Dönemi’nde iç güvenlik, dış güvenlik ve adli hizmetler hariç tüm hizmetler vakıflar eliyle yürütülüyordu. Günümüzün modern kamu hizmeti anlamında aklınıza gelen her türlü hizmet vakıflar eliyle yapılıyordu. Cumhuriyetle birlikte artık eskiden vakıf olan tüm medreseler Tevhid-i Tedrisat kanunuyla kapatılıyor. Yani vakıfların elinden alınıp Milli Eğitim Bakanlığı’na devrediliyor. Aynı şekilde hastaneler Sağlık Bakanlığı’na devrediliyor. Demek ki o geçiş esnasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi modern yapılarını oluşturacağı aşamaya kadar vakıf olarak hizmet gören o fonksiyonlar devam ediyor. Ama eskiden o işleri vakıflar görürken şimdi ilgili kurum kendi özelinde hallediyor. Cumhuriyetle birlikte nasıl ki tüm bu yapılar dönüşmüşse, kamuya ait hizmet gören tüm yapılar dönüşmüşse Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ve vakıf yapısının da dönüştüğünü görüyoruz. Günümüz şartlarına uygun faaliyet yürütmesi noktasında da çalışmalar yapılıyor. Benim gerek yüksek lisans, gerekse doktora tezimde de ifade ettiğim gibi, vakıf öyle bir yapıdır ki siz isteseniz de üstünde çok oynayamazsınız. Çünkü o bir iradedir. Birisi size emanet ediyor ve diyor ki; benim bu mülkümü belirli şartlar çerçevesinde yönet diyor. Biz bunun çok fazla dışına çıkamıyoruz. O nedenle de kanun yapıcılar bu hassasiyeti gözetmişlerdir. Yani emanet edilen bir mülkün, hangi şartlarda idare edilmesine yönelik hassasiyeti bunu bağışlayan kişinin iradesini de dikkate alarak gözetmişlerdir. Çok rahatlıkla şunu ifade edebilir ki belki de Osmanlı’dan günümüze mevzuat bağlamında çok fazla değişime uğramayan en önemli yapılardan biri vakıf mevzuatıdır.

Günümüz Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verilen önem ve son 10 yılda hükümetin bu projelere olan katkıları nelerdir?

Biz kurum olarak devlet bütçesinden 1 lira dahi almadan iş yapıyoruz. Tamamen kendi gelirlerimizle giderlerimizi karşılıyoruz. Bu anlamda son 12 yılda yaptıklarımız gerçekten çok önemlidir. Bence Süleymaniye Camii’nin açılışı demek ve Fatih Camii’nin restorasyonunu tamamlamak demek; mutlaka devleti temsil etme, devletin tanıtımı anlamında da çok önemlidir. O nedenle her iki camiimizin restorasyon sonrası açılışına Sayın Cumhurbaşkanımız katıldılar. Sn. Cumhurbaşkanımız bu bağlamda bizim yapmış olduğumuz işlere ehemmiyet veriyor ve mutlaka bu gibi önemli eserlerin açılışlarına da katılıyor. Edirne Selimiye Camii ile ilgili de proje çalışmalarımız devam ediyor. Projelerini tamamladıktan sonra da restorasyonunu gerçekleştireceğiz. En son Bosna’da 20 Mayıs’ta oradaki ilk restorasyonumuz olan İsa Bey Hamamı’nın açılışını yaptık. Bu ilk restorasyonumuzda da nasip oldu Cumhurbaşkanımız geldi ve açılışımızı yaptı.

Birçok kurumun hedef belirlediği 2023 stratejileri vardır. Sizin 2023 stratejilerinizde neler var?

Bizim ister istemez ufuk açıcı işlemler noktasında birçok projemiz var. Öncelikle restorasyon bizim olağan iş akışımız içerisinde olmaya devam edecek. 2023’te de bu konuda hiçbir eksik yerin kalmasını istemiyoruz. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Milli Emlak’tan sonra en fazla gayrimenkul stokuna sahip olan kurumdur. Elimizdeki bu gayrimenkulleri mutlaka değerlendirmemiz gerekmektedir. Asıl önemli olan budur. Her zaman ifade ettiğim gibi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü tıpkı bir holding gibi düşünmek gerekir. Buranın Genel Müdürünü de o holdingin CEO’su gibi düşünmeliyiz. Bir ticari yapılanma noktasında, gelir elde etme noktasında önündeki imkanları mutlaka kullanması gerekir. Mesela bu bağlamda bizim ticari mahiyette olan büyük bir hissesi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Vakıflar Bankamız var. İkincisi %19 hisseyle Kuveyt Türk bankamız var. Şimdi yeni bir katılım bankası kurduk ve buranın %100 sermeyesi de bize ait. Düşündüğümüz, hayata geçirmeyi planladığımız bir iki iş daha var. Geleceğin iş kolları anlamında enerji sektörünü ön planda görüyoruz. Vakıf taşınmazlarını en yüksek gelir getirecek şekilde değerlendiriyoruz ancak elimizde hala atıl vaziyette birçok arazi var. Bunların nasıl değerlendirileceği ile ilgili çalıştığımızda konumlarının enerji sektörüne yatırım yapmaya çok uygun olduğunu tespit ettik. Karaman’da, İzmir Tire’de, Eskişehir’deki yerlerimiz güneşi çok iyi görüyorlar. Hal böyle olunca enerji şirketi kurmaya karar verdik. Geleceğe dair ne tür yatırımlar yapılması gerekiyorsa biz bunları ıskalayamayız. Biz bir güneş enerjisi projesi hazırlattık ve gördük ki güneş haritasında birinci derece ehemmiyetli yerlerde bizim arazilerimiz var. Bu boş arazileri ıskalamak her şeyden önce vakfa ihanet ve hatta devlete ihanet olur. Bu nedenle mutlaka bizim oralarda bu yatırımları gerçekleştirmemiz gerekiyor. Elde ettiğimiz gelirleri daha çok gelir getirici mahiyette yatırıma dönüştürmediğimiz takdirde bizim bu teşkilatı geleceğe taşımayla alakalı sıkıntılarımız üst seviyelerde olabilir. Osmanlı’da bu kadar güçlü olan bir teşkilatın elbette ki geliri de çok iyiydi. Bir araştırmaya göre Osmanlı toplam bütçesinin %16’sı vakıf gelirlerinden oluşuyordu. Günümüzde ise toplam genel bütçe içerisinde on binlerle ifade ediliyor. Bizim böyle bir potansiyelimiz var. Bu potansiyeli geliştirmemiz lazım. O nedenle de kim vazife alırsa alsın mutlaka genel müdürlüğün bu potansiyelini görmeli ve yatırımlarını da ona göre gerçekleştirmelidir.


Röportaj: Özlem TANSAL

Turkcell Superonline
Turkcell Superonline Atatürk Orman Çiftliği