GÜNDOĞDU: “Bizim çözüm önerimizin merkezi TBMM’dir.”

12 Nisan 2016

Memur-Sen’in Onursal Genel Başkanı, AK Parti Ankara Milletvekili, TBMM İdare Amiri Ahmet GÜNDOĞDU ile gündeme dair bir röportaj gerçekleştirdik…



Son dönemde yaşanan olaylar toplumda korku yarattı, terör olaylarını artmasının sebebi sizce nedir? Neden siviller hedef alınmakta?

Terör olaylarını, dünü okuyarak daha iyi kavrayacağımız kanaatindeyim. Ak Parti iktidarına kadar dünyanın, özellikle de Avrupa’nın çok ileri gitmesini istemediği gibi çok da batmasını istemediği idare edilen bir Türkiye fotoğrafı vardı. Bilhassa 2007’den sonra Ak Parti iktidarının yeni Türkiye yolculuğunu hızlandırıp, kendi iç sorunlarını çözmesiyle bu fotoğraf, Türkiye’nin geri kalmışlığından istifade eden dış güçler ve onların içerideki uzantılarının rahatsızlığını arttırdı. Ben mevzuat olarak 1960 darbesi ve 1961 Anayasasıyla, 2010 referandumunu bir kırılma noktası olarak görüyorum.

1921 ve 1924 Anayasalarında yer alan ve Mustafa Kemal’in ‘hâkimiyet milletindir bu Meclis eliyle yürütülür’ sözü 1961 anayasasında ‘belli organlar eliyle yürütülür’ diye çevrilerek HSYK, YÖK, Milli Güvenlik Kurulu gibi kurullar eliyle hâkimiyet yürütülmeye çalışılarak Meclis devre dışı bırakılmıştır.

Başörtüsü üniversitelerde serbest olsun kararı MHP ve AK Partili 411 milletvekilinin onayı ile Meclis’ten geçti. Üniversitede özgürlük yargıdan dönüyor, çünkü yargı belli kurullar eliyle yönetilir kısmında tanımsız laiklik üzerinden özgürlükleri kısıtlayabiliyordu. Bu örnekler 2010 referandumunda bir değişime gitti; 2010’a kadar devletin milletiyken, 2010 referandumu ile milletin devletine döndü. Artık yönetimde Meclis işlevsel hale geldi ve devre dışı olmaktan kurtulmaya başladı, hala eksikleri var ama bu yönüyle baktığımızda bu önemli.

Türkiye’nin bu ilerleyişine tahammül edemeyenler önce Taksim’de gezi eylemini başlattı, 11 ağacı bahane ederek. Belediyeye yetkililere kızmış olabilirsiniz, ama ülkemize büyük zararlar veren -bir sanatçının ‘mesele ağaç meselesi değil hala anlamadınız mı?’ -twitiyle ateşlenen Taksim’deki oluşumun seyri, şekli ve içeriği değişti. Başlangıçta doğayı ağaçları korumak adına bir tepki geliştirildiğini zanneden her kesimden insan toplandı. Sonradan gezicilerin “mesele ağaç meselesi değil” ikazıyla hükümete, millete hatta ülkeye nasıl zarar verebilirim diye fırsat bekleyen; paralelin bir kısmı, HDP ve marjinal unsurların da hızla orada toplandığı görüldü. Eğer mesele hakikaten ağaç meselesi olsaydı, Diyarbakır ve Yalova’da HDP ve CHP belediyeleri yüzlerce ağacı kestiği zaman o gün 11 ağaç için Taksim’in altını üstüne getirenlerin, benzer tepkiyi göstermesi gerekirdi ama kimseden ses çıkmadı. Bu bir kalkışmaydı, bu kalkışma 17-25 Aralık’ta din kisvesi altındaki bir cemaatinde içinde olduğu küresel bir projeye döndü ve doğrudan hedefi Türkiye oldu. 17-25 Aralık’ta dershanelerin özel okullara çevrilmesi teklifi vardı, ‘eğer böyle yaparsanız Doğu ve Güneydoğu’yu PKK’nın partisi HDP’ye teslim edersiniz’ diyordu Ekrem Dumanlı. Daha sonra yerel yönetimlere Diyarbakır’da PKK’nın partisi dedikleri HDP ile kol kola girdiler ve 7 Haziran ve 1 Kasım’da da bu dayanışma devam etti. Bunun ikinci aşaması 17-25 Aralık, üçüncü aşaması da 7 Haziran seçimleriydi. 7 Haziran seçimlerindeki argümanlara bakın. Biz Ak Parti olarak rakiplerimizin; CHP, MHP, HDP olduğunu düşünüyorduk fakat bu nasıl bir tesadüf ki hala dünyada yüzbinlerce masum yavrunun canına kıyan terörist İsrail, terörist Esad gibi katillere bir tek ses etmeyen Papa, “Türkler 1915’de soykırım yapmıştır” diye 1915 olaylarına eğildi ertesi gün HDP genel başkanı Demirtaş’ta “evet böyledir” dedi, hızını alamadı Müslümanlar için Kabe ne ise bizim için Taksim odur cümlesine varan, Taksim’i kutsayan ve bir kıble gâh arayışını 7 Haziran öncesinde ortaya koydular. 7 Haziran’da yüzde 41 oy aldık, tek başımıza iktidar olamadık. İtalya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde Selahattin Eyyubi’yi durdurduk manşetleri atıldı yani Selahattin Eyyubi’den maksat Recep Tayyip Erdoğan’dı.

Şimdi sorunun başına dönersek, İngiliz siyasetçi Churchill Türkiye ile ilgili bir vasiyette bulunuyor o misyonun, o Siyonizm’in emrinde olan yöneticilere diyor ki ‘Türkiye tehlikelidir, dinleri de, kendileri de tehlikelidir, Türkiye’yi solarsa sulayın, büyürse budayın’ vasiyeti bunun içindi. Onların sulamaktan kastı, Türkiye’yi borç alan ülke haline getirmek, enflasyonu ve faizi azdırmak, IMF’yi kurtarıcı olarak göndermek. IMF’ye mahkûm olmuşsanız borç alan zaten emir almaya başlar, doğal olarak da köle olmuşsunuzdur. Hatırlayın bizden önce IMF’nin şefi buraya geldiğinde bizim Başbakanların dizlerinin bağı çözülürdü. Şimdi IMF Başkanını tanıyan yok. IMF’ye olan borcunu sıfırlayan, batıya bağımlılığımızı bitirerek bağımsız Türkiye idealini yeşerten, 78 milyonun kardeşliği ile yetinmeyip, bunu önemseyip dünyada lider ülke vizyonu ile şaha kalkan bir Türkiye’yi, ülkemizin büyümesinden rahatsız olan şer odakları dışarda yıpratıp çökertmeye uğraşıyor. İçerde de siyaset yoluyla Ak Parti’yi yenemeyeceğini anlayanlar -bu şer odaklarının zalim gölgesine sığınan aciz uzantıları- ülkemizdeki terörün azmasına destek vererek Türk insanının mağdur olmasına doğrudan sebep olmaktadır.

Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya ülkelerindeki terör örgütlerinin tamamını terörist listesine alırken Türkiye’ye zarar veren terör örgütleri için nasıl oluyor da “PKK terör örgütüdür ama PYD olmasa olmaz mı?” diye pazarlık yapabiliyorlar. Bu ülkelerden birisine “El-Kaide terör örgütüdür ama DAİŞ olmasa olmaz mı?” denilse kıyamet kopmaz mı nihayetinde hepsi terör örgütüdür. İnsanlığa zarar veren her türlü kötülüğün karşısında olmak gerekmez mi. Hala Ankara’da, İstanbul’da patlamaların olduğu bir dönemde Avrupa Birliğinin merkezi Brüksel’de PKK’nın çadırına ev sahipliği yapan bir batı anlayışı var. İşte bu anlayış sahipleri Türkiye’nin gelişmesinden, kalkınmasından rahatsızlık duyanlardır. Bunlar ya insan haklarına sahip çıkmıyorlar ya zalimlere göz yumuyorlar ya da doğrudan destek oluyorlar.

Göçmen politikalarıyla, daha çok göçmen ülkemize gelmesin diye gayret eden bu batılıların, neden yüzde 1’i bebekler ölmesin diye harekete geçmez? Diktatör Esad 10 binlerce çocuğu katlederken Birleşmiş Milletler sadece kimyasal silah kullandığında Esad’a tepki gösteriyor, “öldürme” demedi, “kimyasal silah kullanmayın” dedi.

Cumhurbaşkanımızın önderliğini yaptığı; haksızlıklara karşı, mazlumun yanında zalimin karşısında olan duruşun, ikinci yarı liderliğini Sayın Ahmet Davutoğlu devam ettirmektedir. Biz Mazlumun dinini, cinsiyetini, ülkesini sorgulamadan yanında yer alırken zalimin de hangi süper güç, hangi kurum olduğuna bakmadan karşısındayız anlayışı ile yolculuk yapıyoruz. Şimdi teröristler ve terörist severler, teröristleri maşa olarak kullananlar yönetilemez bir Türkiye fotoğrafı için düğmeye bastılar ama bunun hedefi sadece Ankara değildir, sadece İstanbul değildir, sadece Türkiye değildir bunun hedefi ‘insanlıktır.’

Çok güzel başlayan çözüm süreci tamamen bitti diyebilir miyiz?

Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu dönemde Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı’ydım. Başbakanımız “Akil İnsanlar Heyetinde” görev almamızı rica etti, seve seve katıldım. Çünkü bizden o gün istenen şey özgürlük alanıydı. Özgürlükte Türkiye’nin tomografisini çekmek, vatandaşların dertlerini dinlemek ve bu istekleri Cumhurbaşkanı veya Başbakana ve diğer bakanlara iletmekti. Bu amaçla yola çıktık. İlk görevim önce Marmara Bölgesiydi sonra Karadeniz sonra tüm Türkiye... Bu amaçla 37 ili gezdim. Kendini “öteki” gören kesimler vardı. Mesela gittiğimiz her ilde başörtülüler; “biz Başbakan eşi, Cumhurbaşkanı eşi olabildik ama birey olamadık” diyordu, hanım kardeşlerimiz siyaset ve çalışma hakkı boyutuyla cinsiyet ayrımcılığından yakınıyordu. Kürtler; “biz Cumhurbaşkanı olabildik ama Kürt olamadık” diyordu. Aleviler, “alevi olduğumuzu yeni söylemeye başlayabildik” diyorlardı. Romanlar da halk tarafından dışlanmaktan rahatsızdı. Biz bu talepleri o zamanki Başbakan’ımıza “Türkiye’de devletin ötekileştirdikleri beriki olmak istiyor” diye ilettik. Başörtü özgürlüğü, Kürtler üzerindeki asimilasyonun kalkması, Kürtçe meal basılması, anadilde savunma hakkı, anadilde öğrenim hakkı, karakolda, hapishanede Kürtçe konuşmanın serbest olması gibi onlarca adım atıldı. Bu çözüm sürecinin hükumete ait, millete ait yönüydü. Biz de “Akil İnsanlar Heyeti” olarak bu ötekileştirilen kesimin muhataplarıyla görüştük ve ortaya bir uzlaşı çıktı. Devlet eşit yurttaşlık adına atması gereken adımları atacak ve silahlar gömülecekti.

Silahlar gömülmedi sadece sustu, susmasıyla bile yüzlerce iyileştirme oldu hep beraber buna tanıklık ettik. Bu gün yarın silahlar gömülecek diye beklerken 6-7-8 Ekim’de Diyarbakır’da HDP genel başkanın kışkırtması üstüne de isyan çağrısıyla, bir olay oldu. Orada bir şey gördük HDP ve uzantılarının Kürt’ten anladığı şeyin devletine bağlı Müslüman Kürtler değil, devlet ve din düşmanı, uluslararası şer odaklarının emrindeki Kürtler olduğunu gördük. “Bu bir iş kazası bir daha olmayacak” denildi, seçimlere girdik HDP %13 oy aldı. Böyle bir siyasetten beklenti nedir; gelip Trabzon’da, Rize’de, Diyarbakır’da, Ankara’da aynı oranda siyaset yapmak. Ama temmuzun ortasında KCK’nın tek taraflı ateşkes anlaşmasını bozması, Ceylanpınar’da 2 polisimizi uyurken haince şehit etmeleriyle artık operasyon zorunluluğu doğmuştur. Silahların gömülmesini beklerken 2 buçuk yıl bir tek şehidin gelmediği, çözüm sürecinin hatırına ölümsüzlüğün hayata geçtiği mükemmel bir barış tablosuna ihanet eden HDP ve uzantılarını gördük. Tam burada diyorum ki Hz. Ömer’in diliyle ‘devlet dün çözüm sürecinde şefkat eliyle hak edilen özgürlüğü veriyordu, şimdi devlet kudret eliyle teröriste ve terörist severlere haddini bildiriyor’ bunun güvenlik boyutu da bu. Türk’ün, Arap’ın, Kürt’ün eşitliği özgürlük alanıdır, ama bunların da güvenliğinin sorumluluğu kamu güvenliğinin sorumluluğudur. Şimdi bir tek terörist kalmayıncaya kadar, sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Mardin’de Sayın Başbakanımızın açıkladığı paketi takip ettiyseniz açıklanan paket iki aşamalı, birincisi: Canımıza tehdit devam ettiği sürece sonuna kadar güvenlik operasyonu yapılması. İkincisi: Bölgede bir taraftan terör operasyonlarını yapacağız, çukur siyasetçilerini çukura gömeceğiz, ama özgürlüğü, hukuk devletini ihmal etmeyeceğiz, oradaki yıkılan yerleri yeniden yapmak, ekonomiyi canlandırmak için faizsiz krediler vermek, evler yapmak, hukuk düzenini sağlamak ve aksayan yönlerini yerine getirmek gibi adımları birlikte atacağız. Özgürlükleri ihmal etmeyeceğiz ama güvenlikten de taviz vermeyeceğiz.

Bu aşamada sizin öneriniz ne olur?

Bizim çözüm önerimizin merkezi TBMM’dir. Çözüm sürecine başladığımız zaman haykırıyorduk: “Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak!” Yani üniter demokratikleşmeden taviz vermeden, Türkiye’nin bütünlüğünden taviz vermeden, bölünme değil bütünleşme istiyoruz. İç sorunumuzu halledersek, bölgedeki sorunu da daha güçlü çözmüş oluruz. HDP’nin ve terör örgütlerinin şımarmasının nedeni bölgemizdeki, özellikle de Suriye’deki karışıklıklardan dolayı, ‘kendi payımıza bir şeyler çıkarabilir miyiz’ hayaline kapılmalarıdır.

Biz Suriye’de, Irak’ta mazlumların yanındayız ama Suriye’nin de Irak’ın da sınırlarının, coğrafi bütünlüğünün korunmasından yanayız. Dolayısıyla uluslararası güçlerin devletlere yardım ilkesindeki ‘ilkesizliğinde’ olduğu gibi şiddeti ve sömürmeyi tasvip etmiyoruz. Merhameti, adaleti ve yardımı esas alıyoruz.

HDP’li vekillerin fezlekelerinin kısa zamanda Meclis’e geleceği söyleniyor. Sizce dokunulmazlıklar tamamen kalkmalı mı? HDP’li vekillerin fezlekeleri ne olur?

Türkiye’de Cumhuriyet tarihimizde ortaya çıkan; atanmışlara dokunmayan, seçilmişlere de alabildiğine dokunan bir algı hâkim olmuş. Yani seçilmiş olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na dokunursunuz ama atanmış Ankara Valisi’ne dokunamazsınız. Böyle bir çarpıklık vardı. Bundan dolayı biz siyasi partilerin kapatılmamasını öteden beri savunduk. Siyasi partiler kapatılmasın, kurumlar kapatılmasın ancak kurumların içinde yanlışlık yapanlar varsa, bu yanlış yapanlara dokunulsun ilkemiz var.

2010 referandumunda 23 maddeden biri -geçmeyen madde- parti kapatılmasıydı. En çok partisi kapanan biziz. HDP’lilerin de partileri kapanmıştı ama onlar o zaman karşı çıkmadılar. Bizim ilkemiz; kurumlar değil, şahıslar hukuk önünde hesap versin. Ak Parti’ye oy verenler % 49,5 ama terörle mücadeleyi destekleyenlerin oranı en az % 80. O zaman teröre destek veren, cana kıyan teröristin taziyesine gidecek kadar fütursuz olan, devleti katil ilan eden kesimlerin Meclis’te bulunmasında sıkıntı var. Ya oradan vazgeçecek ya da buradan. Onlar diyor ki; “biz hem Meclis’te barıştan söz edelim, hem de Diyarbakır’da Van’da Şırnak’ta terör örgütlerinin elini, eteğini öpelim, Karayılan’ın ya da başka yılanların emrinden çıkmayalım.” Böyle bir demokrasi yok, dünyanın hiçbir ülkesinde yok, terörü öven hiçbir siyasi parti yöneticisi dünyanın hiçbir yerinde olamaz.

Paris’te patlama oldu; iktidarı, muhalefeti ‘olağanüstü hal’ konusunda tek kelime etmedi, hiç kimse devletini katil ilan etmedi, tamamı teröristlere karşı durdu. Biz de ise teröristlerin avukatlığına soyunanlar oldu. Kendi kanaatimi söylüyorum; HDP’nin listelerini PKK yaptığı için, onlara söz söyleyecek mecalleri kalmamış. Onları da bu işkenceden kurtarmak lazım. Ya terör örgütünü lanetleyip, Meclis’te adam gibi siyaset yapacaklar, ya da emrinde oldukları terör örgütünün yanına gidecekler. Meclis’te bu kirden kurtulacak, başka yolu yok.

Onun için muhalefet dokunulmazlık konusunda; ‘Ak Parti buna asla evet demez, çünkü şu kadar milletvekili de Ak Parti’nin var’ diye düşündü. Ama Sayın Başbakan ezberleri bozmuş ve demiştir ki. “Meclis’te dosya olarak bekleyen 506 dokunulmazlık fezlekesi var, hepsini birden kaldıralım. AK Parti’nin çekinecek hiçbir dosyası yoktur.”

Şimdi burada 506 dosyayı tek tek inceleyecek olsanız, bu dosyalar TBMM Genel Kurulunda mevcut yasalar çerçevesinde 2 sene gibi bir zaman alır. Diğer yandan da bu ülkenin reform hamleleri var, vaatleri var, Avrupa Birliğine yönelik hamleler var. 2 yıl zaman kaybetmek yerine; bir maddelik Anayasa değişikliği yapalım, tamamının dokunulmazlığını kaldıralım ve yargı gereğini yapsın. Yargı kararını verdikten sonra, “bunlar temizdir, sorun yoktur” diyorsa elbette yargının verdiği karara uyacağız. Ama yargı, “bunlar teröre destek veriyor” diye karar vermişse o zaman bu insanların Meclis’te olması, bu Meclis’in kuruluşuna, kuruluş ruhuna, felsefesine aykırıdır.

Geçtiğimiz hafta Meclis kapalıydı hatta bütçe görüşmeleri vardı. Bu görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

1 Kasım öncesi yüzlerce vaatte bulunduk, bu vaatlerimizin tamamını tek başımıza yerine getirecek gücü milletimiz bize verdi. Maaştan, sosyal statüye, reform paketinden diğer alanlara hiç sorun yok. Ancak yeni Anayasa vaadimizde 330 milletvekilimiz olmadığı için bunu milletle götürebilecek Ak Parti kadrolarının sayısı yeterli değil. Plan bütçe görüşmelerimizden önce kısa vaatlerimizin %100’ünü hayata geçirdik, reform vaatlerimizin de % 85’ini gerçekleştirdik. Bu arada vaatlerimiz arasında olmayıp da bu ülkenin daha ileriye gitmesi için atılacak adımlarımız var. Diğer yandan, bizim seçim vaatlerimiz arasında yer almamasına rağmen; komisyonlarımızın, genel merkezimizin, parti grubumuzun, hükumetimizin, bakanlıklarımızın AR-GE çalışmalarıyla hayat bulan onlarca maddeyi hayata geçirdik. Türkiye AR-GE çalışmalarında ileri ülkeler arasında dün neredeydi, bu gün nereye gelmeli, yarın nereye gideceğine dair önemli adımları atıyoruz.

Artık millet bizi, biz milleti biliyoruz. Ancak 7 Haziran’da millet bize: “Sizi azıcık 2002 ruhundan uzaklaşmış görüyoruz, kendinize gelin” dedi. Bizde öyle bir hazırlandık ki 4.5 ayda % 9 oy arttırdık. Milletimiz şunu gördü; ‘Ak Partisiz millet olmaz.’ Ak Parti şunu gördü; ‘milletsiz Ak Parti olmaz’. Biz zaten milletin desteği ile bugünkü seviyeye geldiğimizin bilincindeyiz. Milletin bu ikazını dikkate alarak, gereğini yaptık. Yüzde 49,5 ile iktidar olmuşsunuz, vaatlerinizi yerine getirebilmek için gece gündüz çalışıyorsunuz, muhalefetin demesi lazım ki; ‘ey iktidar şöyle de vaadiniz vardı o ne oldu?’ Biz demeye fırsat vermiyoruz, vaatlerimizi bir bir yerine getiriyoruz. Muhalefetin bize bir şey demeye dahi mecali yok. Yüzde 10’luk veya yüzde 25’lik partiyi yönetemeyenler, Türkiye’yi nasıl yönetecekler?

Sayın Davutoğlu’nun, Sayın Cumhurbaşkanı’nın dünyayı gezdiği fotoğraflara bakın, gittikleri yerlerde ezber bozuyorlar.

50 senedir Avrupa Birliği bizi kapısında bekletiyordu, fasıl açmaya bile gerek duymuyorlardı. Şimdi belli bir noktaya geldik. Biz Türkiye’nin daha ileri gitmesi için demokratikleşme adımlarını sonuna kadar atarız. Avrupa Birliği’ne girsek de olur, girmesek de olur. Yani bizim nihai hedefimiz Avrupa Birliği’ne girmek değil, Avrupa Birliği kriterlerinde ne eksikse, atılacak adımları atarız. Sonuçta olmazsa kaybeden biz olmayız, onlar olur.

Bütçeye geri dönersek, bütçe geçici bütçe ile idare ediliyordu. 2016 bütçesini getirdik komisyonda ve Meclis Genel Kurulu’nda ufak tefek tamiratlarla onaylanmış oldu, milletimize hayırlı olsun. Bu bütçede 10 milyonun üzerinde SSK, BAĞ-KUR ve memur emeklisine maaşlarına gelen yüzdelik zamların haricinde; bir kısmına 200 TL, 4 milyon civarındaki SSK, BAĞ-KUR’ya yılda 2.400 TL, memur ile işçi emeklisine 2.400 TL ve yüzdelik zamlar geldi. Gübre ve yemde, KDV’nin kalkması, kadınlara ve gençlere yönelik pozitif ayrıcalıklar, faizsiz kredi verilmesi, doğum izni, doğum yardımları, çocuk yardımları, memur ve işçilerin maaşları gibi faaliyetler hayata geçti, bunlar da hayırlı olsun. Bir kısmı geçen ay yararlanmaya başladı, bir kısmı 15 Ocak’ta yararlanmaya başladı geri kalanlarda, Mart ayının 15’inde yararlanmaya başladı, dolayısıyla bu Türkiye’ye hareketlilik katacak.

7 Haziran-1 Kasım arasındaki siyasi belirsizliğin yaşandığı o beş aylık dönemde ekonomi durgunlaştı. İnşallah, yeni reformlarımızla bu durum ortadan kalkacak, yeniden hareketlilik başlayacak. Bir taraftan da Maliye Bakanımız, maliye kadromuz; faiz, enflasyon üzerinde çalışmalar yapıyor. Faiz ve enflasyon ne kadar düşerse dar gelirlinin alım gücü o kadar artar. Diğer yandan, Avrupa başta olmak üzere Dünyada hala yaşanan ekonomik krizler de var. Buna rağmen son 4-5 yılda -kriz yaşanırken bile her yıl- her ay büyüyen 3-4 ülkeden birisiyiz. Bu senede yüzde 4’ün üzerinde bir büyüme planlıyoruz.

Başbakanımızın ve Cumhurbaşkanımızın dünya ülkeleriyle yaptığı anlaşmalar en fazla 1 yıl içerisinde hayata geçecek. Yunanistan’ın ekonomik krizde olmasıyla ithalat ve ihracat sıkıntısı yaşanabilir, bunu başka bir ülke ile tamir ederiz. Rusya’nın Ukrayna üzerindeki aşırı iştahının ve binlerce kilometre öteden gelip, Suriye katiline destek vermesiyle ortaya çıkan krizi başka ülkeleri ziyaret ederek, başka ülkelerden turist çekerek gidermeye çalışıyoruz. Dolayısıyla Türkiye hem stratejik konumu hem coğrafi konumu hem de lider kadrosuyla herhangi bir ülkeye bağımlı değildir, herhangi bir ülkeyle yaşanan sıkıntıda zarar edecek bir ülke değildir. Her geçen gün dünya ülkelerinin Türkiye’nin politikalarına hak verme oranının arttığını hep beraber görüyoruz. Bu Türkiye’nin durduğu yerin haklılığından taviz vermeden, ileri gitme anlayışıdır. 2002 bütçesi de, 2016 bütçesi de, 2023 bütçesi de vizyonumuzda yer alan; temel olarak ekmeği büyütme, özgürlükleri genişletme misyonumuzun bütçeleridir, bütçeleri olacak.

Kırılma noktaları 2007’de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir siyasi kadro darbecilere, “işinize bakın” deyip gitmemiştir. İlk kez 2010’da derin devletçi sistemden, milletin derinliğine giden bir Anayasa değişikliği yapılmıştır. Davos’ta Müslüman ya da gayr-i müslim dünya mazlumları adına bir çıkış yapılmıştır. Birleşmiş Milletler’de ve dünyaya haykırışımızda insan haklarına vurgu çıkışı yapılmıştır. Şimdi her geçen saniye bunun içini doldurarak ilerliyoruz, bu doluluk bütçemizin büyümesini ve ağırlığımızın artmasını sağlayacaktır.

Meclis Özel

Turkcell Superonline
Turkcell Superonline Atatürk Orman Çiftliği