“DEVLET MİLLETİN OLMALIDIR VE MİLLETİNDİR”

12 Haziran 2015

AK Parti kuruluşundan bugüne kadar birçok hizmette bulunan, Eski Ankara İl Başkanı, 25. Dönem Ankara Milletvekili MURAT ALPARSLAN ile 7 Haziran seçimleri, planlar, projeler üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.



7 Haziran seçimleri neden bu kadar önemliydi? Bir gün koalisyon meydana gelirse Türkiye’de neler değişir?

Bu seçimlerin önemi konusunda bakılan yere göre çok önemli tespitler yapılabilir. Şu net tabloyu milletimizin takdirine sunduğumuzu düşünüyorum: “Devlet milletin olmalıdır ve milletindir diyerek siyaset yapan bir Ak Parti ile devlet milletin değildir ve farklı vesayet kurumlarının, uluslararası iş birlikçilerin himayesinde yönetilmelidir diyen diğer tüm muhalefet partileri ve onlara payandalık yapan farklı paralel örgütlenmelerin girdiği bir seçimdir.” Bu sebepten dolayı çok fazla önem arz ediyor. Buna ilave Ak Parti ile beraber Türk siyaset tarihinde başlatılan yeni bir irade ve milli egemenlik hakimiyetinin üzerinde oluşturulan siyasetin devamı içinde önemlidir. Ayrıca bu güne kadar Ak Parti ile beraber kazanılan ve her türlü “Eski Türkiye” diye ifade ettiğimiz ekonomik anlamda, bireysel hak ve özgürlükler anlamında, uluslararası istikrar anlamında, yurt içinde barış, istikrar ve kardeşlik süreci anlamında tüm kazanımların mutlaka kökleşmesi, kurumsallaşması, kalıcı hale gelmesi ve geriye hiçbir şekilde dönüş imkanının kalmaması için bu seçimlerin önemli olduğuna inanıyoruz. Daha önce kırk defa değişen bir anayasamız var maalesef, bu anayasa yapıldığı dönem itibariyle askeri vesayet ruhunu bir şekilde yansıttığı için tamamen değişmelidir. Sivil, demokrat, insan haklarına dayalı, eşit vatandaşlığa dayalı bir yeni anayasanın mutlaka yapılması mecburiyeti var. Tabi bu anayasa içerisinde de önemli başlıklardan biri olan başkanlık sisteminin de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çok daha etkin, çok daha güçlü, pratik, insan ve farklı kaynakların kullanabilmesi açısından yönetim tarzının ve hükümet modelinin buna evirilmesi anlamında da önem arz ettiğini düşünüyoruz. Çünkü 10 Ağustos 2014’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimiyle zaten fiilen parlamenter sistemden bir şekilde sapma söz konusu olmuştur. İlk defa halkın seçtiği Cumhurbaşkanının varlığı sebebiyle artık hükümet sisteminin de adı bulunmalı ve başkanlık modeli şeklinde devamı sağlanmalıdır. Bunun içinde bu 7 Haziran seçimleri güçlü bir iktidarı gerektiriyor ve çok önemlidir.

Siz bir hukukçusunuz. Bir hukukçu gözüyle başkanlık sistemi bizim ülkemizde neden bu kadar önemli ve gerekli?

Devlet sistemleriyle, hükümet sistemleri birbirinden farklıdır. Bazen başkanlı istemi gelecek dendiği zaman federatif yapıya imkan sağlayacağı gibi endişelerle güya halkın farklı duygulara kapılması arzu ediliyor. Bizim devlet sistemimiz üniter yapı itibariyle tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan şeklindeki düsturlarımız ve ilkelerimiz ile devam etmektedir. Başkanlık sisteminde bugüne kadar yaşadığımız birçok sıkıntının askerin bir şekilde hükümete müdahalesinin, bir takım askeri darbelerin, sivil darbelerin, yargı üzerinden yapılmaya çalışılan darbe teşebbüslerinin ve toplumsal kaos oluşturulmaya çalışılan yapılanmaların, medyatik, mafyatik yapılanmaların, ekonomi üzerinde bir şekilde spekülasyon ve manipülasyon oluşturmak suretiyle hareket kabiliyeti sağlamaya çalışan faiz lobilerinin ve uluslararası pek çok milli iradeye ipotek koymak, milli egemenliğin ayağına pranga bağlamak isteyen güçlerin karşısında başkanlık sistemi çok daha güçlü duracaktır. Zira yasama, yürütme, yargı parlamenter sistemde ayrı gibi görünse de normalde yürütme yasamanın içinden çıktığı için millet sadece yasamayı seçmekle yürütmeyi de seçmiş oluyor. Ancak başkanlık sisteminde yasama ayrı bir seçimle, yürütme de başka bir seçimle olduğu için böylece kuvvetler ayrılığı başkanlık sisteminde çok daha net uygulanmış oluyor. Birbirlerinin görev alanlarına müdahale edemiyorlar. Bazen deniliyor ki işte başkanlık sistemiyle padişahlık kurulacak, otoriterlik sağlanacak oysa tam tersi bugün bir genel başkan örneğinden yola çıkarak ifade edersek milletvekillerini kendisi belirliyor, başkan yardımcılarını kendisi belirliyor, hükümeti kendisi belirliyor ve çok daha güçlü. Fakat başkanlık sisteminde yasamayı millet, yürütmeyi millet, yargı da kendi içerisinde faaliyet göstereceği için kuvvetler ayrılığı çok daha net olacak. Bunun haricinde bürokratik oligarşinin ve devlet içerisindeki vesayet kurumlarının yürütme üzerindeki etkinliği tamamen kırılacağı için daha aktif, daha dengeli, insan ve diğer tüm potansiyel kaynakların daha verimli kullanılabileceği süratli ve günün çağına uygun yönetim tarzının olması daha mümkün olacaktır. Zaten fiilen şuan Türkiye’de belediye seçimlerinde bu uygulanıyor. Milletimiz hem belediye meclis üyesini seçiyor hem de belediye başkanını seçiyor. Onun haricinde tabi başkanlık siteminde herkes kendi görev alanında kalacağı için bugün belki yaşanan birbirlerine müdahale şeklindeki endişeler tamamen kaldırılmış olacaktır. O sebeple de 2023 Türkiye’si diye ortaya koyduğumuz bizim geçmişten aldığımız ve zaten bulunduğumuz coğrafya itibariyle çok daha uygun, bizimde kendimize özgü karakteristik özelliklerimizi de dikkate alarak bir başkanlık modeli bizim yönetim tarzımıza daha uygun olacaktır.

Ak Parti’nin önümüzdeki 5 yıl içerisinde hedefleri ve öncelikleri nelerdir?

Her alanda çok önemli hizmetler yapıldığı herkesçe malumdur. Ekonomi, sağlık, ulaşım, savunma sanayi onun haricinde bilim, eğitim konularında çok ciddi adımlar atıldı. Bunun bir şekilde daha üst bir noktaya taşınabilmesi için öncelikle bu kazanımlara ilave yapılacak bazı hizmetler olduğu biliniyor. Muhalefetinde bu dönemde kullandığı ekonomik vaatler üzerinden toplumu yönlendirme belki kandırmaya kadar varabilecek bir siyasi söylem içerisinde. Biz bu anlamda hem kampanya dönemimizde seçim ekonomisi uygulamıyor hem de kaynaklarımızı verimli kullanıyoruz. Sonrasında da zaten daha çok ekonomik kaynakların etkin kullanımı daha sonra da milletimize bir şekilde milli gelirlerini arttırıcı bir dönüşüm sağlanması şeklinde bir ekonomik refah ortamının daha da arttırılmasını hedefliyoruz. Çünkü biz 2,500 dolardan aldığımız milli geliri şu anda 11,000 dolar olarak ifade ederken 2023’te dünyada ilk 10 büyük ekonomi arasına girmek için çalışıyoruz. Bu sebeple de öncelikli gayretlerimiz bu şekilde ekonomiye ve ekonomik refaha dayalı bir büyüme ve kalkınma hamlesi olacaktır. Onun haricinde her alanda uluslararası rekabeti mümkün kılacak ve bizim bir şekilde dünyada markalaşacağımız farklı konu başlıklarıyla hizmetlere de vesile olmamız gerekiyor. Sadece ülkemizin bölgesiyle sınırlı olmaksızın dünyada küresel bir güç ve söz sahibi bir ülke olabilmesi için bu gücü, kuvveti kendinde bulması gerekir. Bu nedenle de hep beraber daha mutlu bir ülkeyi tesis etmeliyiz. Bunun içinde toplumsal huzur, barış, kardeşlik süreci önemlidir. Bu anlamda biz çözüm sürecini önemsiyoruz ve devletin sahip olduğu bu sürecin nihayete ermesi bizim bu olaylara harcadığımız büyük kaynakların bu dönemde daha farklı alanlarda kullanılmasına imkan sağlayacak ve aynı zamanda bizim bütünlüğümüzü sağladığı içinde ciddi bir atak yapmamızı sağlayacak.

Hayat dinamik, zaman hızlı akıp geçiyor. Bu sebeple biz işin doğrusu çok uzun perspektifli projeler ortaya koyuyoruz. Her halükarda hem ülkemizin, hem milletimizin yaşam kalitesini arttıracak her türlü hizmet neyi gerektiriyorsa onu yapmak durumundayız. Biz zaten kampanyalarımızı yaparken sadece sandık gününü düşünerek siyaset üretmiyoruz. O sebeple de milletimiz bize itibar ediyor. Biz zaten beyannamemizde toplumsal uzlaşı ve mutabakat metni üzerinden 2023’ü planladık. Ardından 2053 ve 2071 vizyonlarımızı da ortaya koyduk. Bu büyük bir devlet olmanın ve bu işleri sadece gelecek seçimler için değil gelecek nesiller için yaptığımızı gösteren ifadelerdir. Bugün diğer siyasi partilere baktığımızda hepsinin verdiği vaatleri biz 13 yılda zaten yapmışız. Milletten kopuk, hükümetten kopuk bir siyasi söylem geliştiriyorlar. Kılıçdaroğlu’na baktığımızda mega proje diye böyle çok büyük bir beklentiyle kamuoyunun karşısına çıktığında 82. İli kuracağım dedi. Yerini güya gizliyor ve Anadolu’da bir yerde olacakmış. Burada ne yapılacak? Tüm dünyanın, Avrupa’nın ürettiği bilim teknoloji ürünlerinin montajı ve kargo taşımacılığı yapılacak. Ülkesine layık gördüğü vizyon bu. Millete dönüp 4 yıllığına iktidar talep ediyorsun. Kendi içerisinde birbiriyle çelişen söylemler. Oysa biz şanlı tarihimize, köklü medeniyetimize, zengin kültürümüze yakışır büyük medeniyet tasavvufumuzu çok daha yukarılara taşıyacak her konuda çağın gereklerinin ötesinde, muhasır medeniyetlerin fersah fersah üzerinde bir kalkınmayı gelişmeyi topyekûn yapma arzusundayız.

Son yıllarda Türkiye’de tırmana gerginliği ve tansiyonu düşürmek için neler yapacaksınız?

Ak Parti kurulduğu günden itibaren milletin karşısına kurulan onuncu sandık. Bu onuncu sandık ve milletin geçmişteki tercihlerine baktığımızda bizim söylemlerimize milletimizin itibar ettiği görülüyor. Bunun haricinde bu on sandıkta çok ağır sıkıntıların olmaması milletimizde demokratik kültürünün ve siyasi nezaket üslubunun yerleştiğini gösteriyor. Biz her şeyden önce farklı bakış açılarının toplumda var olması mümkün olmakla beraber bunun birbirini tahkire, birbirini tahammülsüzlüğe veya kavgaya çekecek bir üsluptan öte birlik beraberlik içerisinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hep beraber daha nerelere taşıyabiliriz kaygısıyla bir şeyler yapmayı arzu ediyoruz. Bu anlamda da biz şu noktadayız. Kendimizi anlatmak ve bize bir şeyler anlatma niyetinde olan herkesi anlayabilmek. Biz siyasi geleneğimiz olarak milletin diliyle konuştuk, milletin gözüyle gördük, milletin gönlüne hitap ettik, milletin hassasiyetleri üzerinden bir duruş ve siyaset tarzı ürettik. O sebeple de milletimizi anlıyoruz, onlarda bizi anlıyor. İşte bu anlayışımız varsa bir eksikliğimiz daha net bir şekilde anlatma ve daha net bir şekilde anlama şeklinde sürdüreceğiz. Çünkü Ak Parti kurulduğu günden itibaren hep toplumun farklı kesimlerine bizim toplumu ayrıştıracağımız söylenerek siyaset üretildi. Ancak milletimiz bunların hiç birine itibar etmedi. Tam tersine Ak Parti’nin bu toplumun mozaiğinin tamamının birleştirici hamuru olduğunu ve birlik beraberliğinin adresi olduğu Türkiye’nin her ilinde ve her bir ilçesinde oy alabilecek büyük bir siyasi söylemin ve hareketin adı olduğu görüldü. Biz bunu kuvvetlendirerek devam ettireceğiz.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu seçim kampanyası boyunca Türkiye’ye birinci sınıf demokrasi getireceğini söyledi. Bu söylemleri diğer muhalefet liderlerinden de duyduk. Demokrasimizi siz nasıl değerlendirirsiniz?

Bu tür konularda bakılan yere göre farklı siyasi söylemler geliştirilebilir. Biz hep şunu söyledik; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”. Şunu dedik bunu dedikle bu siyaset tarzı ve demokratik anlayışları milletimiz nezdinde itibar görmüyor. Çünkü bu siyasi partiler bu tarihin geçmişte ödediği bedeller karşısında ne yaptılar? Mesela 60 ihtilalinde idam edilen Adnan Menderes ile ilgili ne düşünüyorlar? 71 Muhtırası karşısında ne tavır aldılar. 80 İhtilalinde nerede durdular? 28 Şubat ile ilgili ne söylüyorlar? Hadi geçmişi geride bırakalım bizim Ak Parti dönemindeki kapatma davasında ne söylediler? 27 Nisan e-Muhtırasında ne söylediler? 17-25 Aralık olaylarında nerede durdular? Gezi olayları için nasıl bir bakış ortaya koydular? 6-7 Ekim Kobani eylemlerinde, Cizre’deki kalkışmalarda nerelerde durdular? Esed orada milyonlarca kişiyi katlederken bu zulme karşı nasıl bir tavır takındılar? Mursi darbecilerle devrilirken ve bugünlerde idam kararı verilirken nerelerde durdular? Sen önce kendi söylemlerini, kendi sabıkalarını temizle ki ondan sonra millete bir şekilde demokrasi getireceğim şeklinde beyanda bulun. Bunlar zaten karşılık görmüyor. Ak Parti geldi geleli sözde, kararda, yetkinin de milletin olduğu konusunda net bir duruş ve siyaset ortaya koydu. Kendisinden önce millet iradesine kastedenlerin bir şekilde toplumun mahşeri vicdanındaki mahkumiyetlerini anayasa değişiklikleri hukuk karşısına da çıkarttı. Kendi döneminde de kendisine emanet edilen milli irade ve milli egemenliğe kast edecek her türlü girişime karşı net bir şekilde duruş ortaya koydu. O sebeple bu böyle konjonktürel dönemlerde içi boş, palavra söylemlerle demokrasi tellallığı yapanların toplum nezdinde itibarı olmaması gerekir.

Maliye Bakanı Sn. Şimsek eğer zenginleşirsek asgari ücreti arttırırız dedi. Muhalefet partileri de seçim bildirgelerinde asgari ücreti 1500 TL’nin üzerinde tutuyor. Sizin asgari ücretliye, emekliye ve dar gelirliye bir müjdeniz olacak mı?

Seçim dönemlerinde kampanyalarda bu tür vaatler ortaya konur. Ak Parti olarak biz hiçbir zaman seçime dönük kampanya ve vaatler üzerinden bir siyasi harekete uymadık. Çünkü biz sadece seçim günü değil seçimden sonra da milletin bize duyduğu teveccüh ve güveni boşa çıkarmamak için hassasiyetle hareket ettik. Oysa muhalefet partileri 7 Haziran’ın ötesinden 8 Haziran sabahını düşünmüyorlar. Bizde tam tersine 7 Haziran millet iradesinin sandığa yansıması için demokrasi bayramı ve şenliğidir. Ama 8 Haziran’da millete ne vereceğiz? Nasıl karşılarına çıkacağız? Onun gayreti ve sorumluluğu içerisindeyiz. Biz bu güne kadar dediğimizi yaptık, yapamayacağımızı söylemedik. 23 milyar dolardan aldığımız hazinemiz 150 milyar dolar kaynağa ulaştı. IMF’ye borcumuz bitti. Milli gelirimiz 3 binden 11 bin dolara çıktı. Şimdi bakıyoruz seçim vaatlerine asgari ücret deniyor. Devlet bu konuda asgari ücretin alt limitini belirler. Asgari ücretin muhatabı işverenlerdir. Bunun üzerinde verip vermemek kendi hür müteşebbisin işidir. Devlet bunun asgarisini belirlediği için devletle ilgili bir taraf yoktur. Devletin tek sorumluluğu oradan kesilecek vergidir. Bu arttığı zaman devletin aslında alacağı vergiler daha da artacaktır. Fakat bu arttığı zaman istihdam etkilenecek, bugün bir fabrikada yüz işçi çalıştırılıyorsa arttığı zaman bu yarıya inecek. Ürünlerin mal ve hizmet üretim bedelleri artacağı için bu piyasada pahalılığa ve enflasyona sebep olacak. Bir takım ürü ve hizmetlerde dünya piyasasında rekabet gücü kalmayacağı için uluslararası ticaret ve ihracat hacmimiz azalacak. Yoksa açık arttırmaya çıkarılmış bir şekilde biz daha fazlasını veriyoruz demekle siyaset yapılmaz. Böyle lafla peynir gemisi yürümüyor. Daha önceki siyasetçiler 2 anahtar vereceğiz diyorlardı. Cebimizdeki anahtarları da aldırlar. Kaşıkla verdiler, kepçeyle aldılar. Bu sebeplerle milletimiz bunlara itibar etmiyor. Milleti kandırabileceğini düşünerek onların bir takım beklenti ve varsa umutlarını suiistimal ederek iktidar planı ve hesabı yapıyor olmak çok ayıp bir şeydir.

Partinin önemli isimlerinden Ali Babacan; “Türkiye’de istikrar için yargı bağımsız ve tarafsız olmalı” dedi. Aynı şekilde Bülent Arınç’ta sıkça yargıdan şikayet etti. Muhalefette bu durumdan şikayetçi. Geçtiğimiz dönemde en çok şikayet edilen şey yargı olmuş oldu. Siz yargı meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yargı adı üstünde güçler ayrılığının önemli bir ayağıdır. Biz yargının hem mevzuat hem anayasada tarafsız ve bağımsız olması ilkesi üzerinden çalışmasını arzu ettik fakat bunun zaman zaman olmadığı dönemlere şahit olduk. Özellikle son zamanlarda yaşanan yargı içerisindeki paralel yapılanmaların ve bu yapılanmalara kullanılmak suretiyle özellikle 17-25 Aralık darbe teşebbüslerinin yapılması, bir takım operasyonlarda tutuklananların serbest bırakılması çok düşündürücüdür. Bir ülkede her türlü istikrarın en temelinde hukuk güvenliği ve adalet sistemi yer alır. Biz hep devlet geleneğimizde zaten adalet mülkün temelidir deriz. Bu nedenle hukuki istikrarın ve güvenin arttırılması gerekir. Fakat maalesef yargının yasama ve yürütmeye karşı tarafsız, bağımsız olmak konusunda bir irade ortaya koyarken kendi içerisinde farklı yerlerden emir ve talimat alarak bir şekilde adalet düşüncemizi, vicdanımızı sızlatacak bir takım işler yaptığı, kararlar verdiği de hepimizce malumdur. Normalde tüm mahkeme kararlarında yazar Türk milleti adına karar vermeye yetkili şu mahkeme der. Ama baktığımızda verilen kararların bazılarının Türk milleti adına değil uluslararası bir aklın Türkiye üzerindeki uzantıları ve maşası olarak görev aldığı görünmektedir. Geriye döndüğümüzde askeri darbelerin ihtimalinin yok olduğunu görüyoruz. Ondan sonra bir sivil kalkınma ve toplumsal olaylarla darbe teşebbüsleri planlandı oda tutmadı. Geriye artık bir şekilde yargı üzerinde oluşturulan vesayet ve üst aklın maşaları ve taşeronları aracılığıyla bir şeyler yapılma gayreti vardı. Milletimizin ve devletimizin bu konudaki net tutumu ve kararlı takibiyle şuan itibariyle deşifre edilerek çözüm noktasında da önemli adımlar atıldı. Bir takım mevzuat değişikleriyle de daha akıcı hale getirilecektir. Devlet bu şekilde kendi meşru seçilmiş hükümetine kast eden hiçbir teşebbüse kayışız kalamaz. Hiç kimsenin de bu yargı bile olsa devletin gücünü, kudretini deneme hakkı ve cüreti yoktur.

Gençlik Kolları Teşkilat Başkanlığı ve Ankara İl Başkanlığı yaptınız. Vekillik için neden 12 sene beklediniz? Sizin öncelikli şahsi hedefleriniz nelerdir?

Siyasette bulunduğumuz günden itibaren 2002’de parti kurulduğunda, bizde Sayın Cumhurbaşkanımızın genel başkan olduğu dönemde gençlik kollarının Türkiye’deki yapılanmasıyla ilgili teşkilat başkanlığı görevi bize verilmişti. Bu gayret içerisinde 4 yıl orada bulundum. 2006-2009 yılları arasında il başkan yardımcısı olarak il başkanlığında seçim işlerinden sorumlu oldum. 2009’dan adaylığımızla ilgili geçecek süreye kadar da il başkanı olarak görev yaptım. Biz siyasetimizi hesaplar üzerine, şahsi kariyer planlamaları üzerine yağan bir siyasi hareket olmadık. Bize emanet edilen görevi hakkıyla yapıp sonrası için nasip diyerek bekleyen bir siyasi hareketiz. Bizim medeniyet tasavvufumuz ve geleneğimiz bunu gerektirirdi. Zaten biz siyasette samimi bir gayretin nihayetinde nereye vardırırsa bizi hayırlısı olacağına inanırız. O sebeple de siyasette ve çalışmamızda hep şunu ifade ettik; Biz seferden mesulüz, zafer Allah’ındır. Biz hep hayır, akıbetimizde hayırlı olur diye siyaset yaptık. Hala da o noktadayız.
Röportaj: Ayşegül AKTEPE

Turkcell Superonline
Turkcell Superonline Atatürk Orman Çiftliği