Çevrenin Korunması Bir Hak Değil Ödev ve Sorumluluk

14 Mayıs 2015

AK Parti İstanbul Milletvekili ve Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya ile çevre bilinci ve korunmasının önemi ve yöntemleri üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.



Çevre Komisyonu Başkanı olarak bugüne kadar mecliste ve uygulamada yaptığınız faaliyetlerden biraz bahseder misiniz?

Öncelikle, başkanı olduğum Çevre Komisyonu’nun asli faaliyetleri olarak yasama ve denetim faaliyetlerinden söz edeyim.

24. Dönemde 17 komisyon toplantısı yaptık. Bunlara ilaveten 5 de alt komisyon toplantımız oldu.

Bu toplantılarımızda Meclis Başkanlığınca Komisyonumuza havale edilen tasarı ve teklifleri görüştük. Görüştüğümüz en önemli konular Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı oldu. Her iki tasarıyı da detaylıca inceleyerek Genel Kurula sunduk.

Bu toplantılara ilaveten 9 tane de bilgilendirme toplantısı yaparak komisyonumuzu ilgilendiren konularda Bakanlıklardan ve STK’lardan bilgi aldık.

Ayrıca İçtüzük Uzlaşma Komisyonuna öneride bulunmak amaçlı iki toplantımız oldu.

Yasama faaliyetlerimizin yanı sıra birtakım denetim faaliyetleri de yürüttük. Daha önce yayımlanan Meclis Araştırması Komisyonu raporlarının sonuçlarını görmek üzere Kocaeli-Dilovası ve İzmir-Aliağa’ya gittik, yerinde incelemeler yaptık. Ağır sanayi kuruluşlarının yoğun olduğu bu bölgelerde çevre kirliliğini önleme noktasında neler yapıldığını, meclis araştırma komisyonu raporu sonrasında ne gibi çalışmalar olduğunu müşahade ettik. Ülkemizdeki diğer çevre sorunları ile ilgili de sık sık Bakanlık bürokratlarını çağırarak bilgi aldık ve kamuoyunu doğru bilgilendirmeye gayret ettik.

Bu dönemde Komisyonumuzun görev alanı ile ilgili yurt içi ve dışında pek çok kongre, seminer, panel ve sempozyuma katıldık. Buralarda ülkemizin çevreye yaptığı yatırımları, mevzuat ve uygulamada ne gibi yenilikler yapıldığını anlatarak çevre korumada neler yapmamız gerektiğini vurguladık, çevre hassasiyetlerimize dikkat çektik.

Bu süre zarfında Meclis’te de bazı faaliyetlerimiz oldu. 5 Haziran Dünya Çevre günü münasebetiyle Mecliste basın toplantıları düzenledik, gündem dışı konuşmalar yaptık. Üyelerimizle birlikte ağaç diktik, devlet büyüklerini ve okullarımızı ziyaret ettik. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TBMM Çevre Dostu Meclis platformu ile birlikte TBMM Tören Salonunda sergi ve etkinlik gerçekleştirdik.

Çevre koruma ilk olarak bilinçle başlar. Bu bilinci insanlara aşılamak için sizce neler yapabiliriz?

Ülkemizde çevre bilincinin tam olarak yerleştiğini söylemek ne yazık ki pek mümkün görünmüyor. Öncelikle çevrenin yalnızca bir hak değil, bir ödev ve sorumluluk olduğu bilincini geliştirmemiz gerekiyor.

Çevreye saygılı ve sürdürülebilir bir büyüme Meclis, Hükümet ve sivil toplum kuruluşları arasında etkin iletişim ve iş birliği ile gerçekleştirilebilir. Kalkınma ile çevre arasındaki hassas dengeyi korumanın, vatandaşlarımızın ve gelecek nesillerimizin menfaatine olduğuna inanıyoruz.

Bir hocamın sözü vardı, “Kötülere bakıp da kendinizin iyi olduğu noktayı görebilirsiniz ama daha mükemmellere, sizden iyilere bakınca ne kadar kötü olduğunuzu anlarsınız.” Geçmişe baktığımızda müthiş bir bilinçlendirme, özellikle atıkların ayrıştırılması ve ekonomiye dönmesiyle ilgili iyi gelişmeler var. Ancak aynı şeyi iklim değişikliği konusunda söylemek maalesef mümkün değil.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının Ülkemizde yaptığı algı araştırmasına bakıyorsunuz, “Çevreyi korumak için daha fazla elektrik faturası ödemeyi kabul eder misiniz?” sorusuna yüzde 65 oranında; “Çevreye daha az zarar veren bir ürüne daha fazla para öder misiniz?” sorusuna ise yüzde 53,9 oranında “Hayır” cevabı verilmiş. Çevre ile ilgili bedel ödeyelim, gelecek nesillere iyi bir şey bırakalım bilincine henüz ulaşmış değiliz ancak yine de iyi gelişmeler var.

Fakat bence bunun başlangıcının ve finalinin okullarda, eğitimde olması gerekiyor. İlkokuldan başlayarak çevreye saygılı, çevre için ödevlerini iyi bilen, bunun gereği haklarını da müthiş bir şekilde talep eden bir toplumu inşa etmeliyiz.

Kim ki bu ülkede, çevre bilincinin oluşmasına katkıda bulunuyorsa hem teşvik etmeli, hem alkışlamalıyız. Çevreye dönük hassasiyetlerin oluşması, yeni nesil teknolojilerin teşvik edilmesi ile ilgili organizasyonlara sahip çıkmalıyız. En önemlisi de çocuklarımızın eğitiminde çevrenin korunmasındaki ahlaki boyutu ihmal etmemeliyiz.

Konuşmalarımızda sürekli vurguluyoruz. Çevre konusunun mevzuat ve uygulama dışında bir boyutu daha var, o da ahlak boyutu. Bütün medeniyetlerde çevreye karşı sorumluluk bir erdemdir. Dolayısıyla bu boyutu biraz öne çekmek gerekir. Bu anlamda Millî Eğitim Bakanlığı’mıza, Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza çok önemli görevler düşüyor. Çünkü bizim medeniyetimizde israf haramdır. İnancımızın da, toplumsal duyarlılığımızın da gereği olarak tasarruf bizim için çok önemli bir olgu. Tam olarak bunu yaptığımızı iddia etmiyorum ama ahlaki boyutta, hepimizin birikimlerimiz ve gücümüz nispetinde hem çevreye, hem doğaya, hem de değerlerimize saygılı olmaya çalışması gerekiyor.

Tabi bunu yaparken de sözüm ona çevreci örgütlerin marjinal çevre fetişizminden de uzak durmak gerekiyor. Çevre koruma maskesi altında vandalizme müsaade edemeyiz. Bunun acı bir örneğini maalesef yakın zamanda Gezi Parkı olaylarında yaşadık. 6 ağacın yerinin değişmesini bahane eden bu fetişistler gençlerimizi sokağa döktüler, her tarafı yakıp yıktılar ve maalesef insan hayatına mal olacak eylemler yaptılar.

Özellikle Endüstrileşen ülkeler, çevre tahribatının tüm canlılar üzerindeki olumsuz etkilerini fark edip, önlemler alma yoluna gidiyorlar. Biz Türkiye’de çevre tahribatını önlemek adına neler yapıyoruz?

Tüm kadim medeniyetlerde çevreye kutsallık atfedilir. Sanayi devrimi ile birlikte Batı’da çevreye hükmetmek, çevreye karşı üstünlük sağlamak bir maharet, bir başarıymış gibi görüldü ve çevrenin kutsallık zırhı ortadan kalktı. Kalkınma çevreyi feda ederek, adeta çevreyle savaşarak inşa edildi. 20. yüzyılda fark edildi ki; çevre ihlal edilmemesi ve saygı duyulması gereken temel bir haktır. Batıda başlayan, olumsuzdan olumluya dönen süreç, şimdi bütün dünyada herkesin hassasiyet gösterdiği bir noktaya geldi.

Her gün yeni bir teknolojiyle karşı karşıya kalan bizler, ‘Yeni bir şey çıkmış’ diyerek olumlu bir gönderme yapıyorsak, kalkınmayı istiyoruz demektir. Kalkınma istiyorsan bunun bir bedeli var. O zaman bizim istediğimiz; fütursuzca çevreyi katleden, feda eden bir yapı üzerinde değil, çevreye saygılı, onunla barışık bir kalkınma olsun.

Türkiye, aslında şanslı ülkelerden birisi. Çünkü Türkiye sanayileşmeyi, kalkınmayı ıskalayan ülkelerden birisiydi ve yeni nesil teknolojiler, yeni bilinç, AB müktesebatı ile bu sürece yeni girdi.

Türkiye, AB uyum sürecinde en zor fasıl olan Çevre Faslı’nı ilk açan ülkelerden birisi. Müthiş bir karar bu. Peki açtı da ne oldu? Yüzde 90’a yakın oranda mevzuat uyumlaştırılması yapıldı. İkinci olarak, özel sektör hariç, merkezi yönetim ve yerel yönetimler dünyada az görülen yıllık ortalama 3 milyar doların üzerinde çevre yatırımı yapıyor. 2023 yılına kadar 58 milyar euroluk bir yatırım öngörülüyor.

Rakamlara baktığımızda bu yatırımların gerçekten yapıldığını görüyoruz. Sadece 2013 yılında merkezi yönetim ve yerel yönetimler tarafından çevreye 6 milyar TL yatırım yapıldı. Bu rakama ilaveten özel sektörün yaptığı çevre yatırımları da var. Bu yatırımların tamamı ülkemizde sürdürülebilir bir çevre yönetimini gerçekleştirmeye yöneliktir.

Yazın yaklaşması ile korkutan çevre sorunlarından bir tanesi orman yangınları… Hangi problemlerden ötürü her yaz binlerce hektar ormanımız yok oluyor ve ne gibi tedbirler almalıyız?

Öncelikle şunu gururla ifade edeyim ki, ülkemiz Dünyada orman varlığını arttıran sayılı ülkelerden birisi. Bu alanda Meksika’dan sonra ikinci sıradayız. 2004’te 21 milyon hektar olan orman varlığımızı 22 milyon hektara çıkardık. Bu rakam ülke yüz ölçümünün %27.7 sine tekabül ediyor. 2023 yılı hedefimiz bu oranı %30’a çıkarmak.

Haliyle ormanlarımızın büyük bir kısmı yangın riski ile karşı karşıya. Yaklaşık 12 milyon hektarlık bir orman alanı yangın konusunda çok hassas konumda yer alıyor. Orman yangınlarının nedenleri araştırıldığında; %8 Yıldırım, %13 Kasıt, %58 İhmal ve dikkatsizlik olduğu görülüyor. %21’lik kısım ise meçhul. Sonuç olarak yangınların %92’si insan kaynaklı. Demek ki hepimizin dikkatli olması gerekiyor. Gönül ister ki hiç orman yangını olmasın. Ama maalesef her yıl üzücü olaylarla karşılaşıyoruz.

Orman yangınlarıyla mücadelede son yıllarda büyük mesafe kat edildiğini görüyoruz. 776 gözetleme kulesi ormanları anlık takip ediyor. 49 adet hava aracı, 184 Dozer, 35 Loder, 156 Greyder, 67 Treyler ve 11.000 işçi ile yangınlara en kısa sürede müdahale ediliyor. 2003’de 40 dakika olan ilk müdahale süresi bugün 18 dakikaya indirilmiş durumdadır.

Özellikle Yunanistan, İspanya, İtalya gibi akdeniz ülkeleri ile kıyaslandığında bu alanda çok ileride olduğumuzu söylememiz mümkün.

Bu vesileyle sizin aracılığınız ile yaz mevsiminin yaklaştığı şu günlerde vatandaşlarımıza orman yangınları konusunda daha dikkatli ve duyarlı olmaları çağrısında bulunmak istiyorum.

Tüm dünyanın ileriki yüzyıllarda yaşayacağı en büyük problem su kaynaklarının azalacak olmasıdır. Uzmanlar sadece büyükşehirlerin değil başta Çukurova bölgesi olmak üzere tüm Türkiye’nin susuzluk ile karşı karşıya olduğunu söylüyor. Su kaynaklarını verimli kullanma konusunda belirlenmiş programlarımız var mıdır?

Türkiye’de yapılan etütler sonucunda, günümüz şartlarına göre çeşitli maksatlara yönelik kullanımlarda teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yüzey ve yeraltı suyu miktarının toplam 112 milyar m3 olduğu belirlenmiştir.

Dolayısıyla Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmektedir. Bu sebeple Türkiye’nin gelecek nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynakların çok iyi korunup, akılcı kullanılması gerekmektedir. Bu amaçla hepimize çok önemli sorumluluklar düşmektedir.

Hükümetimiz bu konuda birçok plan ve projeyi başarıyla yürütmektedir. Bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum

  • DSİ Genel Müdürlüğü tarafından, 12 yılda 276 baraj (18’sı büyük HES), 53 gölet, 305 sulama tesisi, 76 içme suyu temini tesisi, 1.421 taşkın koruma tesisi, 74 diğer tesisler (ulaşım ve hizmet binaları) olmak üzere, 2.361 tesisi aziz milletimizin hizmetine sunmuştur.
  • Ege’nin 141 yıllık hayali gerçekleştirilmiş olup, Çine Adnan Menderes Barajı sayesinde içme ve sulama suyu temini yanı sıra bölgede her yıl 179 milyon TL’lik taşkın zararı önlenmektedir.
  • Suyun kullanımında tasarruflu ve modern sistemlere geçilmiştir. Bu doğrultuda 2003 yılı öncesinde borulu sulama oranı %3 iken, 2012 yılında %71 olmuştur.
  • 81 İlimiz için “içmesuyu eylem planı” ile şehir merkezlerimizin su ihtiyaçlarını teminat altına alındı. Melen projesi ile İstanbul’un 2071 yılına kadar olan içme suyu ihtiyacı karşılanmaktadır.
  • Su Yönetiminde “Havza Esaslı Planlı Döneme” geçilmiştir. Ergene havza koruma eylem planı tamamlandı.
  • Ülkemizde havzalar bazında Taşkın Risk Yönetim Planlarının hazırlanmaya başlanmıştır.
  • “Su Kanunu” hazırlama çalışmaları tamamlanmıştır.

Bu çalışmalar sayesinde 2014 yılında yaşadığımız şiddetli kuraklık dönemini sorunsuz bir şekilde atlattık.

Atık Yönetimi ve Geri Dönüşüm çevrenin korunması için çok önemli bir alan. Sizce ülkemizde yeterli derecede yapılabiliyor mu?

Atık yönetimi; evsel, tıbbi ve tehlikeli atıkların minimizasyonu, kaynağında ayrı toplanması, ara depolanması, atıkların taşınması, geri kazanılması, bertarafı, izleme-kontrol gibi süreçleri içeren bir dizi yönetim biçimi olarak tanımlanmaktadır.

Hükümetimiz geri dönüşüm ve atık yönetimine büyük önem vermektedir. Nitekim Hükümet programlarında, atık yönetimi hizmetlerinin desteklenmesine devam edileceği, atık azaltma, yeniden kullanım ve geri kazanım uygulamaları ile çevreye verilen tahribatın en aza indirileceği ve atık yönetiminin, geri dönüşüm yoluyla hem enerji üretimini, hem de istihdamı artırıcı bir yatırım alanı olması sağlanacağına vurgu yapılmıştır.

Atık sorununun çözümü amacıyla 2008 yılında “Atık Yönetimi Eylem Planı” hazırlanmış ve uygulanmaya başlanmıştır.

Atık ve geri dönüşüm konusunda ülkemizi Avrupa ülkeleriyle kıyasladığımızda karşımıza çıkan en önemli husus, ülkemizde bu alandaki toplumsal bilincin yetersiz olmasıdır. Avrupa, atık ve geri dönüşümde istenilen seviyeye neredeyse ulaşmıştır. Bunda halkın bilinçlendirilmesinin çok önemli rolü olmuştur. Ülkemiz bu konuda 1990’lı yıllara göre önemli mesafe almıştır, ancak sağlanan ilerlemelerin yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bugün İzmir gibi büyük metropol kentimizde dahi atıkların vahşi alanlarda depolandığını görmekteyiz.

2003 yılından bu güne geri dönüşüm ve atık yönetimi konusunda merkezi ve yerel idarece önemli ilerlemeler sağlandı. Elimde konuyla ilgili birçok istatistik var. Bunlar katı atık tesisleri, düzenli depolama tesisleri, ambalaj atığı, geri dönüşüm tesisleri, atık piller, tıbbi atıklar, atık yağ ve lastikler gibi alanlarda farklılık gösteriyor. Ben sizi fazla rakama boğmadan birkaç bilgi vermek istiyorum.

• 2003 yılında 15 olan katı atık bertaraf tesisi sayısı 77’a,

• 2003 yılında katı atık bertaraf tesisleriyle hizmet verilen belediye sayısı 130 iken, 903’e,

• Yine 2003 yılında katı atık bertaraf tesisleriyle hizmet verilen nüfus 23 milyon iken, 44,5 milyona çıkarılmıştır.

Katı atık ve geri dönüşüm sektörünün anahtarı kaynağında ayrıştırmadan geçiyor. Yani toplum olarak camı ayrı kutuda, kartonu ayrı kutuya, plastiği ayrı kutuya atamak durumundayız. Çünkü bunlar çöp değil. Böylelikle geri dönüşüm konusunda da ciddi mesafe kat edeceğimizi düşünüyorum.

Turkcell Superonline
Turkcell Superonline Atatürk Orman Çiftliği