Burhan KUZU Özel Röportaj

14 Ocak 2015

2015 seçimlerinde yeterli sayıya ulaşmaları durumunda “Başkanlık modelini esas alan bir anayasa” getireceklerini söyleyen AK Parti İstanbul Milletvekili, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve Anayasa Profesörü Burhan KUZU gündemi dergimize değerlendirdi.



Siz bir Anayasa profesörüsünüz. Yargı ile ilgili eleştiriler de gün geçtikçe artıyor. Yargı sizce çok mu politize oldu? Muhalefetin bu tutumuna ne dersiniz?

Kuvvetler ayrımı dediğimiz yasama, yürütme, yargı ayrımında yargı bu üç erkten biridir. Yargının dünya genelinde ama özelliklede Türkiye’de en büyük tartışma alanı hesap verebilirliğidir. Yargı hesap vermiyor. Yani yargı kararını veriyor, yanlışıyla doğrusuyla, sevabıyla, günahıyla tamamen ortaya koyuyor ve anayasada da diyor ki herkes buna uymak zorundadır. Ayrıca geciktiremezsin, hakimlere herhangi bir talimat ya da telkinde bulunamazsın. Tamamen dört dörtlük güvenceli bir alan ve isteniyor ki bununla yargı tarafsız kalsın, bağımsız kalsın, güzel çalışsın diye düşünülüyor. Ama maalesef uygulamada yargının işlemlerine karşı, kendi içerisindeki mekanizmalar dışında bir hesap verme yöntemi yok. Bu karşı yasama ve yürütme dört yılda hesap veriyor. Yasama vatandaşa icraatlarını anlatıyor hem de en acı eleştirilerle karşılaşıyor ve vatandaş oy vermeyerek de cezayı kesebiliyor. Yürütmeye baktığımızda onlar da aynı durumdalar. Ama üçüncü ayak olarak yargı karar veriyor, hesap vermiyor. O zaman hakimler çok iyi eğitilmeli ki tarafsızlık ve bağımsızlık olsun. Öyle bir yerleşmeli ki hataları en aza indirmeliler. Ya da hesap verecekleri bir mekanizma getirilmelidir. Ne olabilir diye sorduğumuzda buna seçimle gelip seçimle gitmek diye cevap verebiliriz. Amerika’da olan jüri modeli gibi bir sistem getirmek. Belki bu yöntem yapı olarak çok duygusal bir millet olduğumuzdan bize uymayabilir. O zaman da yargıya seçilecek olanları millet seçemiyorsa, seçilenlerin seçmesi gerekiyor. Yani yasama ve yürütme gibi seçimle gelen organların yargı oluşumuna mutlaka dahil olması, katkıda bulunması gerekiyor. Aksi halde kast modeli dediğimiz yargıçlar devleti, hakimler hükümetine dönüşür. Yani yargının hakim olup asla hesap vermediği bir model. Türkiye’de bugün benim gördüğüm model bu diyebilirim.

Yargı Türkiye’de taraf olmuştur. Tonlarca yanlış kararlara şahit oluyoruz. Hangi birini örnek verelim, Danıştay’ın verdiği kararlar, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar, Yargıtay’ın verdiği kararlar bunların hepsi ortada ve biz bu kararların hepsinden çok şikayetçiyiz. Diyelim ki bir inşaatta yürütmeyi durduruyorlar, durduruyorsun ama orda bin tane işçi çalışıyor, bunun maaşı var, sigortası var bunları düşünen yok, memlekete yararı var mı hiç bunları dert eden yok. İş bu nedenlerle eğer ki jüri modelini uygulayamıyorsak, yargı sisteminde süreler ön görülebilir. Mesela, Anayasa Mahkemesi’ne 12 yıllık bir süre getirdik. Yargıtay ve Danıştay’da da olmalı bu süreler. Avrupa ülkelerinin birçoğunda belirli sürelerle görevde kalmayı görebilirsiniz. Eğer bugün Türkiye’de HSYK’da ki durum nedeniyle Yargıtay ve Danıştay’da ki yapılanma sonucunda vatandaş yargıdan şikayet ediyorsa ve mahkemelere giderken hakimin kime yakın olduğunu soruyorsa yargı daha o kapıda bitmiştir, içeriye girmeye gerek yoktur. Yargı eskiden de sorundu ama bugün en öncelikli sorun haline geldi. Tamamen hükümetle cebelleşmeyi marifet zannediyorlar. Eskiden de çok yanlış kararlar verildi. 28 Şubat’ta askerin vesayetiyle hareket ediyorlardı, bugün ise kendileri vesayet haline geldiler. Mesela Sn. Özal döneminde Telekom’un özelleşmesi vardı, bu özelleşmenin yürütmesi durduruldu. Eğer o dönem Telekom satılsaydı 40 milyar dolara satılacaktı ve Türkiye’nin dış borcunu karşılıyordu. Daha sonra 6,5 milyar dolara biz zor sattık. Sonuçta Telekom yine satıldı ama olan Türkiye’ye oldu. Anayasaya baktığımızda yürütmeyi durdurma kararı verilemezdi ama verildi. Deniz Gezmiş asılırken dediler ki yürütme durdurulsun denildi. Bu sefer de yetki yok durdurulamaz denildi. Birinde durdurma kararı verilirken, birinde verilmedi. Tamamen siyasallaşmış, tamamıyla bunun içerisine batmış hele ki paralelden sonra iyice batmış durumda bir yargından bahsediyoruz. Dolayısıyla bunlardan çok fazla dert yanıyoruz. Anayasayı değiştirelim diyoruz sayı olarak gücümüz yetmiyor. Muhalefete gel beraber yapalım diyoruz, muhalefet seyrediyor yeter ki hükümet sıkıntıya girsin. Ama bu şekilde gitmez çünkü adalette ufak bir leke beyazda ki siyah gibi gözükür. Adalet mülkün temelidir ve başımıza bir şey geldiği zaman herkesin gideceği yer orasıdır. Siyasette ki lekeler, sıkıntılar sandıkta giderilebilir. Ancak yargıda ki lekeyi, sıkıntıyı kim giderecek?

2015 seçimlerinden beklentileriniz nelerdir? Bu seçimleri hem hükümet hem de muhalefet çok önemli olarak arz ediyor. Neden?

Önemli sebeplerinden biri, başbakanımız malum yeni cumhurbaşkanımız oldu. Ak Parti’de bir nevi yeni dönem başlamış oldu. İlk defa Sn. Davutoğlu ile seçime gireceğiz. Burada biz eğer oylarda bir azalma yaşatırsak bunun devamını getirip Ak Parti’yi sıkıntıya sokarız projesi var. Böyle olunca da kritik bir seçim haline döndü. Ayrıca bu anayasa değişikliği için 2015 seçimleri çok önemli hala geldi. Eğer bu seçimde biz 330 üzeri bir rakam elde edersek o zaman başkanlık modelini esas alan bir anayasa getireceğiz. Çünkü bu modelle Türkiye yürümez. Yani bu parlamenter dediğimiz şimdiki sistem kokuşmuş İngiliz istemidir. Türkiye, Menderes döneminde kalkınmış arada koalisyon gelmiş, memleket bitmiş. Demirel gelmiş kalkındırmış, koalisyon gelmiş bitmiş. Özal gelmiş kalkındırmış, koalisyon gelmiş yine bitmiş. Biz geldik kalkındık ama koalisyon gelirse yine biter. Ne zaman gelir bilemem ama kesin gelir. Çünkü parlamenter sistemin akıbeti böyle kötüdür. Koalisyon bir geldiğinde on sene gitmiyor. Bakanlıklar bölünüyor, otuz altı bakanlıktı biz geldiğimizde yirmi üçe indirdik. Her bir bakanlık bürokrasi, her bir bakanlık israf bunlar kolay şeyler değil. Üç yüz milyonluk ABD’de on iki tane bakanlık var. Bizim şuan ki bakanlık sayımız yirmi dört yani 2 katı bakanlığımız var olacak iş değil. İşte bu yüzden 2015 seçimleri çok önem kazandı.

Sizin kişisel olarak 2015 seçimlerinde duracağınız yer neresidir? 3. Döneminiz doluyor, aktif siyasetin içerisinde arka planda yer almayı mı düşünüyorsunuz, yoksa bırakmayı mı?

Siyasilerle irtibatım çok eskilere dayanır. Sn. Özal döneminde ben danışmanlık yaptım. Dolayısıyla siyaset alanında tanınırlığımız yüksektir. 3 dönem şartı konuldu ve uygulanacak. Partim eğer bana bir görev verirse bir şekilde yapmam gereken bunu sürdürürüz. 2015 seçimlerinde çok ciddi bir oy potansiyelimiz olursa ve Başkanlık modeli Türkiye’ye geleceği için zaten ben aktif olarak o işin içerisinde olmam gerekir. Benim partimle bağımın kopması gibi bir şey söz konusu olamaz. Çünkü ben kurucu üyesiyim.

Muhalefet tarafından oldukça eleştirilen Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Bu konu baktığın durduğun yerle alakalıdır. Durduk yere, yapılmış bir bina hakkında yok lükstür, yok israftır, yok masraftır şeklinde eleştirmek yanlıştır. Geçenlerde bir ekonomistin dediğine göre harcanan para Ankara ile Kırıkkale arası bir otoban yolu yapılsa sırf gidiş için harcanacak para kadar bir miktar harcanmış. Ama basında tam üç katı olarak gösteriliyor. Kaldı ki o kadar israf yapılan yerler var ki; mesele Anıtkabir yapıldığı zaman o yıllarda Türkiye bütçesi perişan durumdaydı. Ama kimse neden yapılıyor dememiş. Orayı yapmadığın zaman vatandaşın işsizliğini o tek başına çözecek değil ya! Bir de devletin gelişmişliği var. Mesela meşhur Topkapı Sarayı. İçine girdiğinizde saray falan değil aslında ben çok gittim geldim. O yıllara göre yapılmış bir odası biraz görkemli o da yabancı konuklar geldiği zaman onları büyülemek adına yapılmış. Dolmabahçe Sarayı daha sonra yapılıyor. O biraz daha ondan iyi bu şekilde adım adım gidilmiş. İngilizlerin, Fransızların o haşmetli saraylarına gidiyoruz bizimki onların yanında bir kalır. Burada bir şey daha önemli bence çok yere gitme fırsatımız oldu büyük devletlerde, eğer bir binanın girişi, salonları görkemliyse o ülkeye farklı bakılıyor. Mesela biz Ankara’nın girişinde Pursaklar üzerindeki o gecekonduları sırf bu yüzden kaldırdık. Çünkü Ankara’ya gelen bir yabancı koskoca başkentin haline bak diyordu. Bu açıdan bakarsan eğer bunlarda masrafa girer. Ama öyle değil. Ben daha gitmedim binaya ama söylüyorlar, yabancı konukların gelip misafir edileceği yerler varmış oralar biraz daha ihtişamlı yapılmış. Onun dışında gidenler bildiğimiz normal binalardan ibaret diyorlar. Gelişmiş Türkiye’nin simgesidir bu. Neticede bu çok abartıldı, çok büyütüldü. Muhalefet gündem bulamayınca oradan tutturdu. Bunu dile getirenlere bakıyorsun. Bir yere gittiklerinde en lüks otellerde kalıyorlar ve yemekler tonlarca çöpe atılıyor. İşte asıl israf bunlar. Çünkü tamamen boşa gidiyor. İsraf dediğin şey boşa giden şeydir. Bürokrasi de bazen adamın makamında 4-5 tane telefon bulunuyor. Efendim bazı devlet dairelerinde sayısız lüzumsuz odalar bulunuyor. Asıl bunlardan bahsedelim, bunları eleştirelim ama böylesine bir sembolik Türkiye’yi temsil eden yapı varsa buna sahip çıkmamız gerekiyor.

Eleştirilen bir diğer konuda polise verilen arama yetkisi ve valilere verilen OHAL yetkisiyle ilgili neler düşünüyorsunuz? Türkiye polis devletine mi dönüşüyor?

Türkiye polis devletine doğru gitmez. Çünkü Türkiye’yi polis devletinden biz aldık. OHAL vardı, biz kaldırdık. Özgürlükler konusunda benim başkanı bulunduğum Anayasa Komisyonu’ndan aşağı yukarı dokuz paket geçti. Bunun dört, beş tanesi Avrupa Birliği bağlamında, bir kısmı ise yargı paketleriydi. Bunların tamamında biz hep özgürlüklerin yolunu açarak geldik. Bugün televizyonlarda konuşulanlar, gazetelerde ve dergilerde yazılan ve çizilenler bizim devraldığımız Türkiye’de yapılsaydı %90’ı hakkında dava açılırdı. Biz nerelerden çıkıp geldik. Mesela partimiz hakkında kapatma davası açıldı. Bende o yasaklılar listesi içerisindeydim. Neydi suçumuz? Efendim,” başörtüsü yasağı kalkmalı, imam hatip okullarına katsayı haksızlıktı.” Demişim. Bugün herkesin söylediği sıradan laflar. Bugün hiçbir karşılığı olmayan laflar bunlar. Bu ülkede asker darbe yapsa zil takıp oynayacaklar vardı. Şimdi bakın tüm kamu kurumlarında başörtü serbest hale geldi. İfade özgürlükleri bahsederken elbette ki bir denge meselesi vardır. Yani biz özgürlüğü derslerde anlatırken balıksırtına benzetiriz. Balıksırtında durmak çok zordur kayarsınız. Yani bir tarafı özgürlük, bir tarafı da kamu düzenidir.

Kamu düzeni bozulan yerde özgürlük olmaz, anarşizm doğar. Senin can, mal, ırz, namus güvenliğin yoksa bir yerde, efendim benim özgürlüğüm var diyemezsiniz. Özgürlüğü kötüye kullanan sizi gelip sıkboğaz ederse, Kobani’yi bahane ederek sokaklara dökülüp kırka yakın vatandaşımızı öldürürlerse burada müdahale gerekir. Polisin Avrupa’da ve ABD’de yetkisi nasılsa bizde o onu verelim diyoruz. Vay efendim ona da karşı çıkıyorlar. Hani onları ideal ülke gösteriyordunuz, demokrasinin anası diyordunuz, keşke onlar gibi olsaydık diyordunuz. İşte şimdi onu getiriyoruz. Yani bugün İngiltere’de terörden gözaltı süresi 28 günken bizde 4 gün diye kıyameti koparıyorlar. Getirilenler aslında Vandalizm’i önleme, kamu düzeninde güvenliği sağlama, çeki düzen verme gibi uygulamalar. Yoksa öyle polis devletine gitme gibi bir şey söz konusu değildir. Özellikle Güneydoğu bunu bizden talep ediyor. Ben Diyarbakır’a gittim orada halkın kamu düzeni isteklerine şahit oldum. Halk diyor ki; çözüme varız ama bu bahaneyle bizim buradaki malımız talan edilecekse biz ne yapalım. Bizde bunlara kulak veriyoruz yaptığımız bundan ibaret.

Ülkemizde ve dünyada eğitim arttıkça şiddetin dozajında artıyor. Bu konuda neler yapılabilir?

Normalde cahil inşalar bunu yapar diyoruz ama Avrupa’da özellikle tahsil oranı yükseldikçe şiddette artıyor. Tabi bunun sebepleri var. Mesela televizyon programları sürekli bunları göstererek özendiriyor gibi oluyor. Doktorlara bir saldırı olmuştu bunları gösterdikten sonra daha da arttı. Hiç gösterilmesinde diyemem ama bunun bir şekilde masaya yatırılması gerekir. Geçenlerde bir televizyon programında iki tane hanımını öldürmüş adamı reyting uğruna konuşturuyorlar. Kötü örneği televizyona çıkarınca bir başkası bende yaparsam çıkarım diyebiliyor. Eğitim de yetmiyor. Belki dini eğitimin etkisi görülebilir. Allah korkusuyla giderilebilir. Çünkü biz bunu yasalarla sağlayamadık. Türk töresinde çoğu insan dayak yediğini söyleyemiyor. ABD’de bu şiddete yönelik evlerde butonlar bulunuyor. Bu butonlar polise bağlı ve acil bir durumda basılıp haber veriliyor. Aile kurumunu sıcak bir yuva, ,insanları duygu birliği, muhabbet gibi kavramların olduğu yer olarak algılayıp böyle anlatmamız gerekir. Yani çocukların hakkı ayrı, kadının hakkı ayrı, erkeğin hakkı ayrı sanki orası bir şirketmiş gibi düşünürsek o doğru bir şey olmaz. Yani mümkün olduğu kadar aileyi bir arada nasıl tutarız bunun yollarını aramamız gerekir. Çok fazla kadın sığınma evimiz var. Tabi ki niye kuruldu demiyorum ama bunların dolu olması üzüntü verici. Bizim okullarımızın, ibadet hanelerimizin dolu olması gerekir. İnanın terörle mücadele ve ya uyuşturucuyla mücadele bundan daha kolay. Çünkü polisimiz her dakika insanların evine girip şiddeti önleyemez. İstediğiniz kadar yasa çıkarın yetmiyor. Aile bağları tek başına kanun ile düzenlenemiyor. O bakımdan benim cevap vermekte en çok zorlandığım, en çok üzüldüğüm konu budur.

Röportaj : Ayşegül Aktepe
Meclis Özel

Turkcell Superonline
Turkcell Superonline Atatürk Orman Çiftliği